31 Temmuz 2009 Cuma

EN POPÜLER "G" 3G


“G” harfi ve “3” rakamı en popüler günlerini yaşıyorlar şu sıralar. Gerçek bir teknoloji fakiriyim ve maalesef meseleye bakış açım ilk etapta bu yönde... Diğer açılardan ele almak için ise bolca araştırma yapmam gerekti. Eğer senin de benim gibi kafan karıştıysa şunu bilesin; bu yazı tam sana göre!
Nilüfer KARACİĞAN ŞAŞMAZ


Hayatımıza giren bu son model teknolojinin nimetlerinden faydalanmak ve olan bitenden haberdar olmak için okumaya devam et...
Her şeyden önce, 3G teknolojisinin Türkiye’de kullanılmaya başlanması sanki yeni bir çağa girmişiz gibi lanse ediliyor. Bunda reklam, pazarlama ve rekabet faktörlerinin rolü çok büyük. İçinde bulunduğumuz durumun Sevgililer Günü öncesi mağazaların vitrinlerini kırmızı kalplere boyamalarından ve insanların gözüne soka soka bir şeyler satın almaya teşvik etmelerinden pek bir farkı yok. 14 Şubat haftası sevgilisi olmayanın kendisini eksik hissetmesine neden olan pazarlama taktikleri bu kez de 3G teknolojisinden faydalanmayanların kendilerini eksik hissetmelerine sebep olacağa benziyor. Oysa 3G meraklılarına kendilerini kesinlikle böyle hissetmemelerini ve herhangi bir 3G ürünü almak konusunda acele etmemelerini tavsiye ediyorum. GSM bayileri dolup dolup boşalıyor. Dışardan bakan biri bu teknolojinin nimetlerinden bedava faydalanacağını sanabilir. Oysa Türkiye tüketicilere diğer ülkelerle kıyaslandığında hiç de hesaplı bir tarife tablosu sunmuyor. Hemen bu noktada bir tavsiye vereyim; biraz sabırlı olun. İlk etapta belirlenen aylık tarife seçenekleri kesinlikle değişecektir. Üç operatör arasında büyük bir rekabet var. Dolayısıyla en uygun fiyatlı tarifeyi edinmek için azıcık daha beklemekte fayda var.

GEÇ OLDU GÜÇ OLACAK MI?
Bizde neredeyse Türkiye’nin icadı sanılan 3G aslında yıllardır dünyanın pek çok ülkesinde hali hazırda kullanılan ve artık son derece sıradan bir şeymiş gibi algılanan bir teknoloji. Düşünün biz 3G’yi kullanan 122’inci ülkeyiz! Bu popüler “G” hayatımıza damdan düşer gibi girmedi bu arada. 3G’ye giden tarihi gelişimi en basit şekliyle şöyle aktarayım sana. Önce 1G vardı, basit ses aktarımını sağladı. Sonra 2G geldi ve sese ek olarak mesajlaşmalarımıza destek verdi. 2,5G bir geçiş dönemiydi ki o da; GPRS gibi ağ bağlantılarının kullanımına yol verdi. Yeni tanıştığımız 3G ise her ne kadar daha çok görüntülü telefon konuşmalarını sağlayacakmış gibi lanse edilse de; aynı zamanda yüksek hızda internete bağlanmamızı, canlı televizyon yayınlarını izlememizi de sağlayacak.

Şimdi gelelim avantajlara ve naçizane acabalarıma!
Avantaj 1

Satın alacağın 3G modemi internet bağlantısı olmayan bir yerde olsan bile dizüstü bilgisayarının USB çıkışına takarak 3G kapsama alanına giren her yerde internete hızlı bir şekilde bağlanabileceksin.
Acaba 1
3G’nin kapsama alanına giren yerler nerelerdir? Her fırsatta en uzak tatil beldelerinin dahi baz istasyonlarıyla desteklendiği belirtiliyor. Hala cep telefonlarının çekmediği yerler mevcutken 3G’den ne derece faydalanılabileceğini bize zaman gösterecek.
Acaba 2
Teknolojiden sonuna kadar faydalanmaya çalışırken neredeyse adım başı kurulan baz istasyonları insan sağlığını ne yönde etkiler?

Avantaj 2
Halihazırda kurulu olan kamera düzeneğine cep telefonun üzerinden bağlanabileceksin. Böylece işteyken evde evdeyken işte neler olup bittiğini takip edebileceksin.
Acaba 2
Bebek sahibi olan annelerin bakıcıların attığı her adımı takip etmesi açısından faydalı olabilir. Acaba personellerin iş verenleri tarafından izlenmeleri kendilerini nasıl hissettirecektir? Her an takip edildiğini bilmek iş verimini ve çalışan psikolojisini ne yönde etkiler?

Avantaj 3
Görüntülü çağrı merkezi uygulaması, özellikle işitme engelliler için büyük avantaj sağlayacak Kimseden yardım almadan telefonla işlerini halletmek kendilerini iyi hissetmelerini sağlayacak.
Acaba 3
Kaç kadın çağrı merkezi personeli kendini bilmez kişilikler tarafından tacize uğrayacak ya da ti’ye alınacak?

Avantaj 4
Bilgisayar ortamında kamera ve mikrofonla çok uzaklardaki yakınlarınla yüz yüze konuşabilirken şimdi minik bir aletle üstelik hiçbir yere bağlı kalmadan görüşme yapabileceksin.
Acaba 4
Acaba kaç kişi yalan söyleme hastalığına yakalanacak? Yanlış anlaşılmasın, yalan söylemek için o sırada illa ki sevenlerin birbirlerini aldatmaları gerekmiyor. Tuvalette olduğunu sevgilisiyle paylaşmak istemeyenler de olabilir.
Acaba 5
Görüntülü konuşma teklifini kabul etmediği için kaç seven yollarını ayıracak?

Avantaj 5
Ekonomik kriz almış başını son hız giderken 3G sayesinde piyasalar büyük ölçüde canlanacak.
Acaba 5
Cep telefonu faturalarına ek olarak 3G teknolojisinden faydalanmak için ne kadar bütçe ayrılması gerekecek?
Acaba 6
Kaç kişi bir şeyleri yanlış anladığı için yok yere para dökecek?

P.S: Belki çok şüpheciyim belki de yeniliklere pek açık değilim ama en iyisinin azıcık daha beklemek olduğundan eminim:)

27 Temmuz 2009 Pazartesi

KIRO AMA HUZURLU OLMAK


Okuduğum gazeteyi elimden bırakıp derin bir “Oh” çektim. İçim çok rahat artık. Yalnız değilmişim meğer. Gece yatmadan karın ağrıları çekerek gardırobumun önünde yarın ne giysem derdi çeken bir tek ben değilmişim.
Nilüfer KARACİĞAN ŞAŞMAZ


İngiltere’de bir giyim firması 16-60 yaş arası 2 bin 491 kadın arasında bir araştırma yapmış ve kadınların ortalama olarak yaşamlarının 287 gününü gardıropları karşısında ne giyeceklerini seçebilmek için geçirdiklerini tespit etmiş! Çok trajik olsa da işte bu haber beni çok sevindirdi. Beni ancak bu derdi çekenler anlar. Hakim karşına çıkıyor gibi hissediyorum her gece kendimi. Ha bu arada neden gece? Çünkü benim durumum biraz farklı. Giyecek seçimini sabaha bırakırsam karar aşamasına geçemiyorum ve gideceğim yere banko geç kalıyorum. Sonunda tecrübelerime dayanarak yıllar önce işimi geceden halletmek gibi bir alışkanlık edindim. Her gece minik taburemi gardırobumun karşısına çekip oturuyorum ve kombinasyon rüzgarının sirkülasyonuna bırakıyorum kendimi. Kıyafet altına giyeceğim ayakkabıdan elime alacağım çantaya, kullanacağım aksesuara kadar her şeyi belirleyip öyle dalabiliyorum uykuya. Kazara bu ritüeli yapmadan yatağa girdim mi, yandım demektir. Uykuya dalmak haram bana. Hani pazarcılar önlerindeki tezgahlardaki kıyafetleri harmanlayıp alt üst ederek “Gel gel batan geminin malı bunlar” diye bağırırlar ya, işte aynen benim de tüm kıyafetlerim havalarda uçuşarak gözümün merceğine çarparak uçuşmaya başlarlar havada. Onlar uçuşurken bir kombinasyon seçebilirsem ne ala. Aksi taktirde sabahın ilk ışıklarını gördüğümü bilirim. Ne şimdi yani reva mı bu? İnsanın ömründen ömür gidiyor işte.

KADER ANI: HAVA DURUMU
Geceden hazırlanan kıyafetlerin sabahki hava şartlarına uymadığı durumlar olabiliyor bazen de. İşte bu var ya, ben ve benim gibilerin başına gelebilecek en büyük cezadır. Biri bana beddua edecekse açık ve net söylüyorum; sabah hava değişimi olmasını dilesin. Güneşli bir güne beyaz pantolon giymeyi planlarken sabah bir kalkıyorum ortalığı sel almış! Elim ayağıma dolaşıyor, beynim sulanıyor ve kombine yeteneğimi tamamen kaybediyorum. Beni mor tayt üstüne kırmızı beyaz puantiyeli bir body ile görürseniz bilin ki o sabah hava şartları ani değişime uramış ve ben saçmalamışım.

ZÜĞÜRT TESELLİSİ
Yine aynı araştırma özellikle gece kıyafeti seçiminin daha çok zaman aldığını göstermiş. Neyse ki bana gece gündüz fark etmiyor, benim için gecesi de aynı dert gündüzü de. Hatta ben gece kıyafeti seçimi için hiç kafa yormuyorum. Züğürt tesellisi gibi olacak ama seçim aşamasında cinnet geçireceğimden emin olduğum için kendimi mağazaların kucağına atıp her özel gecede yeni bir şey satın aldığım pek sık görülmüştür.

VAR MI FORMA GİYMEK GİBİSİ?
Bazen gerçekten lise, ortaokul yıllarımı özlüyorum. Forma giymek gibi güzel bir şey var mı şu hayatta? O yılları hiç iyi anmasam da çoğu zaman sırf bu yüzden o günlere hasret çektiğim oluyor. Gece huzur içinde yatağa giriyor sabah huzur içinde kalkıyordum en azından. Zaten eski fotoğraflarıma videolarıma bakıyorum da pek bir kıroymuşum o yıllarda. Cinnet anlarım olmadığı için alışveriş tutkum da başlamamış, dolayısıyla kıyafet sayısı az, seçenek az, dön dolaş aynı şeyleri giymiş durmuşum...

P.S: Bir seçim yapmam gerek belki de. Şık ve asabi olmak mı? Yoksa kıro ve huzurlu yaşamak mı? Beni tanıyan ve ilgilenenler arada bir giyinme odamın penceresine çevirsinler rotalarını. Her an cinnet geçirip “Batan geminin malı bunlar” diye tüm gardırobu camdan aşağıya boşaltabilir ve huzurlu bir yaşamı tercih edebilirim.

19 Temmuz 2009 Pazar

ESKİ BİR SİGARA TİRYAKİSİNİN GÖZÜNDEN "19 TEMMUZ" YASAĞI


Sayılı gün çabuk bitermiş. Daha bir yıl var derken “O” gün geldi çattı ve sigara içmek artık Türkiye’de resmi olarak yasaklandı.
Nilüfer KARACİĞAN ŞAŞMAZ


Çoğu mekan sahibinin yönergede yer alan sigara içilebilen ve içilemeyen mekanları tanımlayan karışık kuruşuk cümleleri anlamaları bile zaman alacak bana göre. Haybeye ceza yiyecek olanlara şimdiden geçmiş olsun diyorum. Verilen tarife göre benim anladığım; dört ve üç tarafı duvarla çevrili olan tüm topluma açık mekanlarda bu yasak geçerli olacak.

Geçenlerde İstanbul’da yer alan klas mekanların birçoğu sigara yasağına harfiyen uyacaklarını açıkladılar. Benim asıl merak ettiğim onlar değil de mahalle aralarındaki kahvehaneler, kıraathaneler. Özelliklede bıçkın delikanlıların olduğu mahallelerde tüm gününü okey ve pişpirik oynayarak geçiren zihniyetlerin bu taptaze yasağa nasıl riayet edecekleri. Bahçesi olan, kapısının önüne iki üç masa atabilen yazın idare eder de kışın ne olacak? Kaç kahveci sigara içmeye kalkanları uyaracağı için dayak yiyecek yüzü güzü şişecek Allah bilir. Önümüzdeki bir yıl içinde suç oranı ikiye üçe katlarsa hiç şaşırmayacağım.

Diğer yandan, İstanbul’da mekanlar, kışın bahçelerini-kapı önlerini; yemek için, içmek için değerlendirirler. Burada yaşayanlar da ezelden beri bu kültüre alışıklar zaten. Uygun ortamı olan mekanlar sigara yasağı yüzünden kaybedeceklerini düşündükleri müşterilerle birlikte kazançları azalacağı için çok da fazla endişe etmesinler. Asıl Anadolu şehirlerindeki mekan sahipleri ne yapsın? Anadolu’nun pek çok şehrinde kışın kapı önünde bahçede oturmak gibi bir kültür yoktur. Zaten mekan sahipleri de öyle bir imkan sunmuyorlar. Yaz bitti mi? Hoop masa sandalye içeri. Anadolu’da ekonomik krize ek olarak sigara yasağının vereceği kayıplar epey kepenk indirir gibi geliyor bana.

Sigara’nın Türkiye’de yasaklanmasının sebep olacağı bir diğer sonuçta; insanların sırf rahat rahat sigara içmek uğruna kendilerini evlerine hapsedecekleri yönünde olacak sanırım. Herkes yaz kış evlerde toplanıp yemek yiyecek, içki içecek, oyun oynayacak… Dışarıda yemek yense bile insanlar geceyi erken noktalayıp koşa koşa eve sigara içmeye gidecek. Barlar daha saat gece yarısını bulmadan yarı yarıya boşalacak. Düşününce sanki bütün dengeler alt üst olacak gibi geliyor. Alışık olduğumuz ortamda yabancılaşmaya başlayacakmışız gibi geliyor. Bilimkurgu filmleri gibi.


Aslında bu yasak sigara tiryakileri için gerçekten çok can sıkıcı. Tüm dünyada kullanılan “Türk gibi sigara içmek” deyiminin ortaya çıkmasına sebep olmuş, sigara tüketimi oldukça fazla bir ülke olarak işimiz gerçekten zor. Zaten pek çok ülke Türkiye’de yürürlüğe konulan bu yasağı oldukça şaşırtıcı buldu. İnşallah yüzümüz kara çıkmaz. Sigara yasağını destekler şekilde ifadelerde bulunmama aldanmayın. Zira karşınızda sigarayı on yıl boyunca yoğun bir şekilde kullanmış ve sadece beş ay önce bırakmış biri var. Sigarayı bilerek ve isteyerek kendi hür irademle ve dışarıdan hiçbir yardım almadan bıraktım. Nikotin sakızı bile çiğnemedim. Bunu yapmayı uzun zamandır istiyordum. Nasıl yapsam diye düşünürken yasağı beklemeye karar verdim. 19 Temmuz artık benim miladım olacaktı. Bu arada tesadüfen yaklaşık olarak iki yıldır sigara yasağı uygulanan İsveç ve Japonya’ya gittim. İyi ki gitmişim. Bu seyahatlerin en güzel yanı, eğer burada da başarılı olursa, sigara yasaklandığında neler olacağını görmüş olmamdı. Açık söylüyorum bu yasa sigara içen biri için gerçek bir işkence. İsveç, Japonya’ya göre bir tık daha esnek. En azından orada bardan, restorandan çıkıp kapı önünde tellendirebiliyorsun sigaranı. Tabii içkileri içerde bırakmak kaydıyla. İsveç’te bulunduğum süre içinde en büyük hedefim sigaram ve şarabımı aynı anda tüketebilmekti. Bunu başarabildiğim tek yer ise İsveç’in Reina’sı olarak tanımlanan Opera adlı restoran bardı. Ben şanslıydım ama pek çok İsveçli’nin benim kadar şanslı olmadığına eminim. Zira Opera cidden pahalı bir mekan. Reina’ya kaç Türk’ün gidebildiğini hesaplayacak olursanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.

Japonya’ya gelince, burası sigara içenler için tam bir işkence ülkesi. Sayılı restoran ve barlar dışında sokakta sadece belirli noktalarda sigara içilmesine izin veriliyor. Ölçme biçme yeteneğim yoktur, o yüzden şu kadar metre de bir ya da km de bir diyemeyeceğim ama koskoca bir caddede sadece ciddi uzaklıklarda belirlenen noktalarda yasak uygulanmıyor. Bu minik noktalarda da içtiğiniz sigaradan bir şey anlamıyorsunuz zaten, cezalı gibi arkanızı yola dönüp hızlı hızlı içinize çektiğiniz duman başınızı döndürüyor ve o an içinde bulunduğunuz durum çok anlamsız geliyor. Sonunda lanet olsun içmeyim şu illeti diyip sigarayı daha ortasına bile gelmeden söndürüyorsunuz.

İşte tüm bu anlattığım işkence dolu anları üç gün beş gün değil hayatımı sürdüğüm ülkede ömrüm boyunca yaşayacağımı düşününce kafama iyice dank etti. Zaten bana zarar veren bir şey de olduğu için yasak gününü bile beklemeden sigarayı bırakmaya karar verdim. Eğer o gün bıraksaydım kendi isteğimle bırakmış gibi hissetmeyecektim ve bu kadar istikrarlı olamayacaktım belki. Ne yalan söyleyim şimdi halimden çok da memnunum. Darısı tüm sigara tiryakisi dostlarımın başına!

P.S: Bu gece bir karar alıp içi dolu sigara paketini çöpe atarak kendini işkence dolu günlerden kurtarmaya ne dersin?

15 Temmuz 2009 Çarşamba

AŞK'IN HAYATINI KURTARMA VAKTİ


Yıkılan onca manevi değerin arasında sıkışıp kalmış, pek çok kişinin çoktan tanıştığını zannettiği ama yazmaktan ya da dile getirmekten başka hiçbir gereğini yerine getirmediği, en değerli, ilahi duygu olan; AŞK”ı kimsenin basite almasına izin vermeyelim.
Nilüfer KARACiĞAN ŞAŞMAZ


Artık herkes her şey hem çok zor hem bir o kadar kolay. Sınavlarla boğuşmak, para kazanmak, kazanılan parayla idare etmek, okula, işe yetişmek… İşin aslı genel olarak, madde içeriği olan her şey çok zor. Oysa arkadaş olmak, dost olmak, sevmek, aşık olabilmek ne kadar kolay? Bu sadece benim mi dikkatimi çekiyor bilmiyorum ama insan ilişkilerinin bu derece kolay kurulabilmesi beni rahatsız etmeye başladı. Çünkü ilişkiler ne kadar çabuk kuruluyorsa aynı hızda yıkılıveriyor. İnsanların büyük çoğunluğu güne birine aşık olarak başlayıp geceyi aynı kişiden nefret ederek kapatabiliyor. “Seviyorum, ondan başkasını gözüm görmez, başka kimsenin yanında kendim olamam, işte bu benim ruh eşim...” Bunlar neredeyse benim her gün duyduğum cümleler. Peki ya sonra? Sonrasını söyleyim; ilan-ı aşk edenlere ilişkilerinin ne alemde olduğunu sorduğumda, karşımdakilere kimden söz ettiğimi hatırlatmak için kayıp şahısların eşkalleriyle birlikte bir de robot resimlerini çizdirip vermek zorunda kalıyorum. Durum bu derece vahimJ

Aşk Tehlikede!
Artık hepimizin durup bir silkelenmesi lazım. Neden sadakatsizlikler bu kadar çok? Neden büyük umutlarla kurulan yuvalar, birliktelikler bir anda dağılıyor? Neden büyük en büyük aşklar kelebek ömrü kadar kısa sürüyor?
Çünkü artık herkes çok sabırsız. Çünkü kimsenin kimseye tahammülü yok. Karşındaki seni bir kereye mahsus anlamadı mı? Dinlemedi mi? Aramadı mı? Hooop, bitir gitsin, nasıl olsa yenisini bulursun. Ne tekim buluyorsun da. Senin sebeplerinle, senin gibi sevgilisini paldır küldür terk etmiş bir adayla illa ki karşılaşıyorsun nasılsa. Tabii birbirinizi ne derece mutlu edersiniz o tarafı tartışılır.
Evet yazılanları okuyup: “Ama beni terk eden o, ama ben aşk acısı çekiyorum, ama o bana tahammül edemedi” demen mümkün. Çağın en popüler hastalığı “Aşk Acısı” zaten. İyi de çektiğinin aşk acısı olduğunu nereden biliyorsun? Onu görmek isteyip göremeyince, aramak isteyip arayamayınca, biraz uzak kalınca içini kaplayan o duygunun aşk acısı olduğunu sanıyorsun ama üzülerek söylüyorum; yanılma ihtimalin çok yüksek!

Aşk Dediğin...
Çekilen o acının; en büyük paydasını terk edilmekten kaynaklanan hırsa, diğer çoğunluğunu yarım kalmış bir şeylerin tamamlanamamış olmasına, yani yaşanamayanların içte kalma duygusuna, son olarak en küçük payı da birazcık hoşlanmaya bağlayabiliriz, hepsi bu! Kendini sorgulayıp bana hak verenlerin yanında karşı çıkanlar da olacaktır. Hayal kırıklığı yaşamana gerek yok. Duygular böyle yanlış yaşanacaksa hiç yaşanmasın daha iyi. Aşkın tanımı ne? Bunu hiç sordun mu kendine? Herkes aşkı farklı yaşar orası kesin. Daha yoğun, daha acılı, daha tutkulu... Gece uykuya onu düşünerek dalıp sabah gözünü açtığın anda yine sadece onu düşünüyorsan, sokakta gördüğün tüm erkeklerde/kadınlarda ondan bir şeyler bulup ona benzetiyorsan, onun olmadığı yerde onu düşünüp bulunduğun ortamdan hiç keyif alamıyorsan, çocuklara, hayvanlara olan sevginde fark edilir derecede bir artış gözlüyorsan, etrafındaki renkler fosforlu denecek kadar canlı geliyorsa gözüne, ona cep telefonundan ulaşamadığın anda seni aldattığını düşünmek yerine başına bir felaket geldiği için sana cevap veremediğini düşünüp endişeleniyorsan, işte bunun adı: “AŞK”tır.

Aşk’ı Korumaya Alalım!
Bu en özel manevi duyguyu hafife alma. Sokakta ilk gördüğün yakışıklıya/güzele “Aşık oldum” derken dur ve bu kadar kolay mı gerçekten diye bir an düşün. Kendini frenle biraz. Şu an okuduklarını yakınlarınla paylaş. Onu koruyup özel kılmak adına çevrendeki o minicik kitleye gerçek Aşk hakkında bildiklerini anlat, onu çok uzun zamandan beri saplanıp kalmış olduğu o sıradanlık bataklığından kurtarmakta ufakta olsa bir katkın olsun.
(2005)

P.S: Herkese iyi aşklar:)

6 Temmuz 2009 Pazartesi

FACEBOOK SAYIKLAMALARIM


Facebook’tan yana çok dertliyim. Karışık duygular içersindeyim. Bir dargın bir barışığım kendisiyle. Bazen onu ardıma bile bakmadan soğukkanlılıkla terk etmek istiyorum. Kimi zaman da iyi ki var, onu iyi ki tanımışım diyorum. İnişli çıkışlı bir aşk yaşıyoruz. O bir şey yapmıyor gerçi, ben kendi kendime sayıklıyorum.
Nilüfer KARACİĞAN ŞAŞMAZ

Onunla birlikteliğimiz pek çok kişinin aksine epey eskiye dayanıyor. Kendisiyle ilgili olarak o zamanlar çalıştığım dergide bilişim konusunda hazırladığım dosya içersinde bir şeyler karalamaya karar vermiştim. Facebook hakkında uzun uzun yazmama gerek olup olmadığı konusunda dil dökmek zorunda kaldığımı çok net hatırlıyorum… Neyse, hakkında yazı yazacağım siteyle ilgili içerden de bilgi toplamam gerektiği için “0” arkadaşlı olarak üyeliğimi başlattım. Yazım o ay dergide yayınlandı. Birkaç yazılı mecrada daha kendisiyle ilgili haberlere rastlamaya başladığım sıralardı, iki üç ay sonrası yani. Şifremi dahi unuttuğum Facebook’a güç bela tekrar girdiğimde, seksen küsur arkadaş olma talebi gelmiş olduğunu gördüm ve gözlerime inanamadım. Oysa belki de o gün üyeliğime son verecektim ve her şey başlamadan bitmiş olacaktı. Çok aktif bir kullanıcı olmasam da, bu sitenin üyesi olarak kalmaya devam etmenin ne zararı olabilir diye düşündüm ve gelen arkadaşlık tekliflerinin hepsini değerlendirdim.

TÜRKAN ŞORAY KURALLARI
Şimdiye kadar tanımadığım veya en azından on tane ortak arkadaşım olmadan kimseye arkadaş gözüyle bakmadım ve gelen arkadaş olma taleplerini asla kabul etmedim. Bu bağlamda bana özel fotoğraflarımı albümüme yüklemekte de bir sakınca görmüyorum. Nasıl olsa sadece arkadaşlarımla paylaşmış olacağım. Ama bazen Facebook’ta olan biten her şey o kadar saçma geliyor ki! Kendi albümümdeki fotoğraflardan sıkılıyorum, onların orada bulunmasını manasız buluyorum. Bunun yanında, pikniğe giden, konsere giden, düğüne giden, kınaya giden, ev oturmasına giden herkes onlarca fotoğrafını sitenin albümüne yüklüyor. Sonra birileri bu fotoğrafları beğeniyor, yorumlar yazıyor ya da beğenmeyip yeri geldiğinde dalga geçiyorlar. Bir fotoğraf altına yapılan yorumlar yüzünden kaç yıllık arkadaşlıkların yıkıldığına şahit oldum. Yemin ederim. Ayrıca birebir şahit olmadım ama eminim Facebook’un sunduğu sınırsız nimetler yüzünden ayrılanlar, boşananlar da olmuştur. Mesela gazetede, boşanmak isteyen kocanın mahkemede hakime karısının Facebook’taki uygunsuz resimlerini delil olarak sunduğunu ve bunun boşanma davasını hızlandırdığını okumuştum. Bu nasıl bir şeydir?


Resim altlarına ben de yorum yazıyorum. Evet bunu yapmıyor değilim. Ama yemin ediyorum yazdığım anda içimi bir pişmanlık kaplıyor. Hemen silmek istiyorum. Kendi yazdıklarımdan utanıyorum sonra okuduğumda. Aaa bu arada, benim yüklediğim fotoğraflara da güzel yorumlar yapılsın istiyorum. Yorumsuz veya az yorumlu bir fotoğrafım varsa üzülüyorum. Kimse benimle ilgilenmiyor, dikkate alınmıyorum diye düşünüyorum, içim sıkılıyor. Sonra yorumlu fotoğraflarıma baktığımda, yine olan bitenin ne kadar anlamasız olduğunu düşünüyorum. İşte tam o anda Facebook’tan ayrılmaya karar veriyorum.

NE DÜŞÜNÜYORSUN? AYAK TIRNAKLARIMI KESTİM. HAFİFLEDİM, ÇOK MUTLUYUM!
PAYLAŞ

En sinir olduğum ve şimdiye kadar bir kere bile denemediğim şey ise; yaptığım her şeyi ama her şeyi herkese bildirmek. Tatile nereye gittiğini yazanlar, akşam yediklerini mönü misali listeleyenler, kocasıyla-karısıyla-sevgilisiyle kavgasını, yaşadığı romantizmi an be an bildirenler, ilgi çekmek için gizli mesaj içerikli yazılan durum raporları… Saymakla bitmez. İyi de bunlardan bana ne diyorum okudukça. Okumayım diyorum ama lönk diye çıkıyor bir yerden karşıma. Bazen de ortak arkadaşlarımız nedeniyle hiç tanımadığım insanların fotoğraflarına veya durum raporlarına şahit oluyorum ki beni bunun kadar yıpratan bir şey daha olamaz. Sırf bu yüzden hafızamdan şüphe eder hale gelmiştim bir aralar. Biriyle karşılaşıyorum dışarıda, tanıdık biri diyorum, nerden olduğunu bir türlü çıkartamıyorum, deli oluyorum düşünmekten. Sonunda kendimle barıştım; anlamlandıramadığım bütün simalar bizim Facebook’un marifetiymiş meğer. Orada burada rastladığım, o tanımadığım insanların fotoğraflarındaki simalarmış hepsi. Zira gördüğüm yüzleri ölümüne unutmam.

+1 Arkadaş Olarak Ekle
Bu kadar saydım sövdüm ama benim hiç arkadaşlık talebi göndermediğimi düşünüyorsan yanılıyorsun demektir? İtiraf ediyorum bunu yaptım! Bütün arsızlığımla hayranı olduğum; Uykusuz ve Penguen dergilerinin tüm yazar kadrosuna gözümü karartıp “Beni arkadaş olarak ekler misiniz?” talebinde bulundum. Hatta burada yeri gelmişken beni hiç ama hiç tanımadıkları halde arkadaşları olmaya layık gören Uykusuz ve Penguen emektarlarına çoook teşekkür ediyorum. Bir zararım yok zaten onlara, uslu uslu duruyorum diğer arkadaşlarının arasında. Biraz da eğer bir şey yazarsam “Bu kız kimdi?” diyip beni listelerinden silerler diye korktuğumdan sesimi çıkartamıyorum aslında.

Facebook’la başım dertte anlayacağın ve ne yapsam bilmiyorum. O beni bırakmadan ben ondan vazgeçemeyeceğim sanırım. Popüler kişiliklerle ilişki yaşamak zordur. Popülaritesi bitene kadar beklemekten başka çarem yok. O zamana kadar sadece iş odaklı yaşayacağım ilişkimi. Çünkü gerçekten bu anlamda çok faydasını gördüm. Pratik oluyor ne yalan söyleyeyim:)

P.S: Ama yine de her an ondan vazgeçebilirim?!?!

ÇIKTI... "FESTİVAL 2009"


Fanta Gençlik Festivali, Türkiye’nin dört bir yanına düzenlediği konser turneleriyle yaz aylarının vazgeçilmezi haline geldi. Öyle ki her yıl, acaba bu seferki sanatçılar kim olacak diye merak eder olduk.
Senin de bildiğin gibi bu yılın festival yıldızları; Kenan Doğulu, Ceza ve Pinhani’ydi. Evet şimdi sıkı dur! Bu muhteşem üçlü bir ilke imza attılar ve Pasaj Müzik etiketiyle “Festival 2009” adlı bir albüm hazırladılar.

P.S: 5 parçadan oluşan bu sürpriz albüm, pek güzel pek dinlenesi olmuş.

FESTİVAL 2009
01. Açık Ara Bul Kon/Ceza (Yeni)
02. Ara Beni Lütfen/Kenan Doğulu (Remix)
03. Hele Bi Gel/Pinhani
04. Rüzgâr/Kenan Doğulu (Remix)
05. Düğün/Pinhani

1 Temmuz 2009 Çarşamba

KUSURSUZ VALİZ YAPMA YASALARI


Tatile çıkma arifesinde olup “Mutlu Tatil Kılavuzu”nu okuyanlar, hazır mısınız? Mutlu tatil için ilk ve en önemli adım olan; “Kusursuz Valiz Yapma Yasaları” huzurlarınızda!
Nilüfer KARACIĞAN ŞAŞMAZ


Uzun plan ve projelerin ardından sonunda rotanı belirledin ve hayal ettiğin tatile çıkmak üzeresin. Gittiğin yerde daha ilk günden keyfini kaçırmak istemiyorsan, hazırladığın valizin dikkatsizliğin ve özensizliğin sonucu canını sıkmasını istemiyorsan engel nasıl valiz hazırlayacağını öğrenmelisin.
Önce aşağıdakilerden hangisi olduğuna karar ver, ardından kusursuz bir tatilin ilk adımı olan toparlanma tekniklerini öğren.

Panik Ataklar:
Bu grubun mensupları daha tatile nereye gidileceği belli olmadan yani henüz şaibe aşamasında ufaktan valizlerini hazırlanmaya başlarlar. Toparlanmaya öylesine erken başlarlar ki yola çıkacakları güne kadar her şey valizde olduğundan gardıropta kalanlara dadanıp sürekli aynı kıyafetleri giymek durumunda kalırlar. Fazlasıyla temkinli olduklarından her şeyin yedeğini almadan içleri rahat etmez. Dolayısıyla küçük valizlere pek rağbet etmezler. Maximum boyuttaki valizler tam onlara göredir.
Dezavantajları:
Günler öncesinden toplanan eşyaların özellikle de keten gibi narin kumaşlı kıyafetlerin buruşup sağlam bir ütücünün eli deymeden neredeyse bir daha kolay kolay giyilmeyecek hale gelmesi kaçınılmaz bir hal alır. Ayrıca yukarıda da belirttiğim gibi valiz tatil mekanında açılmak üzere kapatıldığından olay yerine gidene kadar “bugün ne giyeceğim” sıkıntısı yaşayabilirler.
Avantajları:
Tahmin edileceği üzere günler öncesinden başlayan hazırlıklar neticesinde evde bir şey unutmalarının imkanı hemen hemen yoktur. Tatilde asla hayal kırıklığına uğramazlar. Her şeyi yedekledikleri için tatile kimlerle çıktılarsa, onların eksiklerini gidermek konusunda yardımcı bile olurlar.
Ne Yapmalı?:
Eğer Panik Atak grubundansan sana günler öncesinden hazırlanma demiyorum. Alışmışsın bir kere, başka türlü için rahat etmez. Ancak bunu bir işkence haline de getirmemelisin. İlk yapman gereken sadece tatilde kullanacağın eşyaları valizin en altına koymak olmalı (kısa şortların, mayon, havlun, v.s). Yine tatilde giyeceğini düşündüğün ama buruşabilecek kıyafetleri güzelce ütüledikten sonra çantanın en üstüne yerleştirebilirsin. Böylece günlerce çantada kalsalar bile kırışmalarını en aza indirgemiş olacaksın. Ayrıca her iki yerde giyebileceğin eşyalarını da belirle ama onları giydikten sonra toplayıp gardırobuna kaldırma. Odandaki sandalyeye artabilirsin mesela. Böylece gözünün önünde dururlar ve tatile çıkmadan hemen önce de unutmadan çantana atarsın.

Son Dakikacılar:
Adından da anlaşıldığı gibi bu gruptakiler yola çıkmadan bir gece önce hatta birkaç saat önce hazırlanmaya başlarlar. Minumum boyuttaki valizler onları idare etse de midimum olanlara rağbet edenlerde görülebilir. Kimi zaman tek bir valiz yerine birkaç küçük çantayla yola çıkmaları olasıdır. Çünkü son dakika hazırlıkları onları bir çok kez kapıdan döndürür ve her unutulan eşya için çantayı tekrar tekrar açmaktansa yeni bir çanta icat etmek daha çok işlerine gelir.
Onların kıyafetlerini kırıştırma ya da gidene kadar giyecek kıyafet bulamama gibi bir kaygıları olmaz çünkü daha büyük sorunları vardır. Unutmak! En önemli eşyalarını, iç çamaşırlarını, bikinilerini en sevdikleri body’i unutmak.
Dezavantajları:
Tanımlarken de söz ettiğim gibi ilk ve en önemli dezavantajı “unutma” kısmıdır. E, bu da keyif kaçırmak için yeterlidir. İkincisi toparlanmaya dalıp uçağı, otobüsü kaçırma durumlarının yaşanması veya birlikte yola çıkılacak olan diğer bireyleri kapıda krize sokmak üzere diken üstünde bekletmeleridir. Ayrıca son anda yaşanılan toparlanma stresinin sebep olacağı iç daraltısı tatil yolu boyunca sürebilir. Hatta kimi son dakikacıların tatillerinin ilk ya da ikinci gününün heder olduğu da görülmüştür.
Avantajları:
Valiz toplamaya olabildiğince geç başlandığı için onu alayım bunu unutmayayım derdi olmadan sadece tatile konsantre olurlar. Son ana kadar neye ihtiyaçları olursa olsun “Hay aksi valize koymuştum” gibi cümleler sarf etmelerine gerek kalmaz. Sırf otobüse, uçağa yetiştirilebilsin diye etraftan yardım elleri uzanabilir ve böylece tek başına toplanmaktan kurtulmuş olurlar.
Ne Yapmalı?
Eveet, okudun ve karar verdin, sen bir son dakikacısın. O halde işte yapman gerekenler: Öncelikle tatile giderken yanına alacaklarının bir listesini yap. Merak etme çok vaktini almaz! Eşyalarını birkaç gün öncesinden valize kaldırmasan da en azından gardırobunda bir arada bulundurmaya özen göster. Gece yerine gündüz hazırlanmayı tercih et. Büyük bir valiz edin ki son dakika muhtemelen yaşayacağın o koşuşturma anında unuttuğun her bir parçayı odanın bir ucundan atsan da valizin içine isabet ettirebilesin. Ne kadar geç kalırsan kal, kimsenin sana yardımcı olmasına izin verme. İşine gelmiş gibi görünse de o sırada yaşanabilecek minik iletişim kopuklukları nedeniyle göz göre göre bir şeylerini unutabilirsin.

Bilirkişiden Hazırlanma Teknikleri
Hangi grubun üyesi olursan ol valiz hazırlamanın belli başlı incelikleri var. Bunlara dikkat ettiğin sürece hem stres olmazsın, hem de bir şey unutmazsın. İşte sırasıyla yapılaması önerilenler...

1-Zamanlama:
En büyük sorunlar zamanlama hatasından doğar. Maximum iki minimum bir gün önce toparlanmaya başlamak en doğrusu.
2-Valiz Seçimi:
Alacağın eşyalara göre değişecektir elbet ama küçük ve parça parça olmaktansa büyük bir valizle tek parça halinde yola çıkmak en güzeli.
3-Kıyafet Seçimi ve Yerleştirme:
Dolabın önünde durup her şeyi düşünmeden valize atman en büyük yanlış. Çünkü kimi zaman aldıklarını bir kere bile giymeden tatili bitirirsin, boş yere de ağırlık taşımış olursun. Yapman gereken kıyafetleri kombine ederek seçmek. Örneğin; bej şortunu sadece yine bej ve polo yaka tişörtünle giymekten vazgeçemiyorsan, tek başına kaprini alman sadece sana yük olacak demektir. Kıyafetleri kombine ederek hazırlanmak sana tatilde de avantaj sağlar. Önceden düşünüp birbirleriyle eşleştirdiğin için orada neyi nasıl giysem derdin olmaz.
Yerleştirme aşamasına gelince doğal olarak kırışmayacak olanları valizin en altında kalacak şekilde yerleştirip en narin olanları üste kısma koymalısın. Hazırlanma aşamasında tatile giderken yanında götürmeyi istediğin aynı zamanda en rahat olan kıyafetini bir kenara ayırıp yola çıkarken giy. Böylece yükün de hafiflemiş olur.
4-İç Çamaşırların:
Çamaşırlarını daima temiz bir poşet veya küçük bir bez çantanın içine koyarak valize yerleştirmelisin. Aksi taktirde dışarıda giydiğin kıyafetlerle temas eder ve bu da senin için pek steril olmaz.
En Uygun Yer: Valizin minik bölmeleri uygundur.
5-Takılar, Tokalar, v.s:
Yine kıyafetlerini tamamlayacak şekilde seçmelisin. Onları öylece valizin bir köşesine atmak yerine ayrı bir çanta veya özel takı koruyucuların içine koyup yerleştirmen daha iyi olur. Böylece özellikle takılarının kırılmasını ya da birbirlerine dolanmalarını önlemiş olursun.
En Uygun Yer: Bölmeler hatta varsa küçük cepler.
6-Makyaj Malzemeleri:
Makyaj malzemeleri varsa makyaj çantasında olmalı. Hatta dereceli olanlardan bir tane edinebilirisin. Böylece sıcak havalarda onları erimekten kurtarmış olursun. Eğer makyaj çantan büyük olanlardansa o halde valize sığdırmak için kendini zorlama. Elinde de taşıyabilirsin.
En Uygun Yer: Elinde taşıyabilirsin veya varsa valizin büyük bölmesi ideal.
7-Ayakkabı, Terlik:
Her ikisini de temiz poşetlere koyup kaldır. Şeklinin bozulmayacağından emin olduklarını valizin en altına yerleştirebilirsin ya da diğer eşyalarından boşluk kalan kısımlara sıkıştırabilirsin. Yok “benim ayakkabılarım, terliklerim çok kıymetli, formlarını kaybederler” diyorsan o halde yanına alacağın başka küçük bir çantada taşıman en güzeli.
(2007)

P.S: Kusursuz ve mutlu tatiller herkese:)