21 Aralık 2009 Pazartesi

EV KADINI DOĞULMAZ EV KADINI OLUNUR


Bir süredir düzenli işi olmayan biri olarak son zamanlarda “ev kadını” kelimesini pek sık tekrar eder oldum. Açıkçası bu durum beni biraz korkutmaya başladı. Zira çalışmadığım süre zarfında kendimi hiç işe yaramaz bir ev kadını gibi hissetmedim. En önemlisi bunu çevremdekilere de hissettirmedim. Yani millet ekonomik krizden, ayın sonunu nasıl getireceğinden bahsederken ben de evde yarım kalmış patchwork’ümü nasıl tamamlayacağım diye aradan çatlak bir ses çıkartmadım. Peki ne yaptım? Öyle ya da böyle yazmaya devam ettim. Şimdilik ruhumu doyurmaya yetiyor bu kadarı. Bir de büyük bir spor kompleksine 3 yıllığına üye oldum. Kahvaltıdan sonra hoop, spora. Evde pineklemekten iyidir diye düşündüm.

ACI GERÇEK

Üyeliğimin birinci yılının dolmasına birkaç ay var ve ben acı gerçeğin farkına vardım: İnsan asıl burada ev kadını oluyormuş meğer! Çalışanlar üyesi oldukları spor salonlarına cumartersi pazar diledikleri saatte, hafta içi ise çalışma saatlerinden sonra gidebiliyorlar. Bense hafta içi sabah saatlerinde oradayım. Ne demek istediğimi anlamanız için spor yapmaya bir kere de hafta içi saat beşe kadar gitmeyi deneyin. Kalabalık ve gürültücü bir güruh var orada. Evlerinin mutfağında, salonunda sohbet eder gibiler. Gündemi yakından takip ediyorlar. Çok detaylı değil ama her şey hakkında bir fikirleri var. Mesela domuz gribinden korunmak için iki saatte bir, bir yudum bile olsa su içilmesi gerektiğini, grip virüsünün sanıldığı kadar güçlü olmadığını bu gürültücü kalabalıktan öğrendim ben.

HER ŞEY EV KADINLARI İÇİN

Klüpteki tüm televizyonlar onlara ayarlı. Bir şey kaçırmaları mümkün değil. Bir taraftan uzay yürüyüşü yapıyorlar, diğer taraftan “Derya’lı Günler”i, “Her şey Dahil”i takip ediyorlar. Saunaya giriyorum, dev ekranda Yemekteyiz! Sağ olsun bu gündüz kuşağı programları sayesinde, her biri kendi içinde biraz doktor, biraz avukat, biraz psikolog, biraz aşçı olmayı öğrendi zaten.

Birkaç tanesi zamanında laf attılar. Cevap verdim. Baktım sohbet koyulaşıyor, soruların ardı arkası kesilmiyor, o gün bugündür muhabbetten de mümkün mertebe kaçar oldum. Kendileri daha çok laflamaya geldikleri için benim spor yapmamama da engel olacaklardı yoksa. Belki dışarıdan hiç olmak istediğim kadar antipatik görünüyorumdur ama ne yapayım, ben de kendimi düşünmek zorundayım öyle değil mi? Aslında ilk günden anlamalıydım. Haftanın beş günü, dört beş saatini spor klübünde geçiren birinin Madonna gibi bir vücuda sahip olması gerekmez mi? Akılsız kafam benim.

SONSUZ ENERJİ ONLARIN İÇİNDE

Sportmen ev kadınlarımız burada bulundukları süre zarfında kendilerini evlerinde gibi hissediyorlar. Klüp yöneticilerinin söylediğine göre, akla hayala gelmeyecek şikayetlerde bulunuyorlarmış. “Artık bizim de yapabileceğimiz bir şey kalmadı, değerlendirmeye bile alamıyoruz, ama gönüllerini hoş tutmaya çalışıyoruz” diyorlar. “Şu adamın kılı çok neden havuza girmesine izin veriliyor?”, “Sen soğan sarımsak yemişsin bir daha yeme”… Bunlar, tın tın atan hanımların bir anda alevlenip isyan bayraklarını çekmeleri için gerekli sebeplerden sadece birkaçı. Kendilerini evlerinde gibi hissediyorlar ya, buradayken evlerinde rahatsız olacakları her şey onları deliye döndürüyor. Yazılı kanunlara kazara uymayanın vay haline… Havuza girmeden duş almayı unutmak, kirli havluyu kir sepetine atmayı unutmak… Aman aman, her soyunma dolabının arkasından biri beliriyor. Birinin başladığı cümleyi diğeri tamamlıyor. Kusursuz bir birlik ve beraberlik içinde hemen oracıkta hatalı taraf uyarılıyor. Hani “Bir gün de es geçelim, bugün laf yetiştirecek halimiz yok” falan demeleri mümkün değil. Bitmek tükenmek bilmez bir enerji barındırıyorlar içlerinde.

FARK EDİLİRSEM İŞİM BİTER

Parmaklarımın ucunda yürüyorum her daim. Kılık kıyafetime çok özen gösteriyorum, soluk renkler tercihim. Öksürmüyorum, tıksırmıyorum, hıçkırmıyorum. Kiloma dikkat ediyorum. (Ani kilo kaybı ya da kazanımı hemen fark edilmeme sebep olabilir). Aldığım gıdalara çok özen gösteriyorum. Hafta içi sucuk, pastırma falan yemek rüya benim için. Dikkatleri üzerime çekersem işim biter. Geçenlerde kızın teki üzerini değiştirirken iki gün önce silikon taktırdığı göğüsleri keskin nişancılardan birinin dikkatini çekmiş. Boş denecek kadar az kişinin bulunduğu soyunma odası bir anda hınca hınç doluverdi. Dolapların içine mi saklanıyorlar anlamıyorum… Yüzleri görmüyorum ama sorular dalga dalga yükseliyor. “Nasıldı? Acıdı mı? Ameliyat ne kadar sürdü? Boyutuna sen mi karar verdin? Hastanede yalnız mıydın? (Yok artık soruya bakar mısınız!) Eve nasıl döndün? İz kalacak mı? Evli misin?” (Ne alaka? Sevişebiliyor mu rahat rahat, onu soracak herhalde, zemin hazırlıyor.) Yok bitmiyor sorular. Üzerimi giyindim, sessizce kapının da olduğu, kızın sorguya çekildiği er meydanına doğru yürüdüm. Kaçırılmayacak bir sahne! Tarifi mümkün olur mu bilmiyorum ama hayal edebilmeniz için betimlemeye çalışayım: Üstsüz, göğüsleri ortada bir kız ve çevresinde çember oluşturmuş sportmen ev kadınları. Kız soruyu soranın sesinin geldiği yöne dönüp kendisine belki de onuncu kez sorulmuş soruyu cevaplandırıyor. Iyhh, diken diken oldum ve kaçtım oradan. Kabusum olacak bu sahne.

P.S: İşin kötü yanı, gün geçtikçe, onları anlıyorum, onlara kızamıyorum, onları seviyorum. Bir gün spora gitmesem özlüyorum. Acaba onlara bu kadar yakın olmakta beni ev kadını yapar mı?