23 Ağustos 2009 Pazar

MUTLU OLMAK İÇİN...


Kimileri için Amerika’yı yeniden keşfetmiş olabilirim ama kendi adıma bir şey keşfettim: Mutlu olmanın ve hayattan zevk almanın yolu, insanın sevdiği işi yapmasından geçiyormuş meğer.
Nilüfer KARACİĞAN ŞAŞMAZ


Özellikle insanlarla birebir iletişim içerisinde olan mesleklerin mensubu olan kişilerin işlerini severek yapmalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Doktorlar, mağaza satış temsilcileri, şoförler, bankacılar, kasiyerler… Onlar sadece para kazanmak için mesai yapmıyorlar, aynı zamanda etkileşim içersinde oldukları insanların psikolojik durumlarını da etkiliyorlar. Örnek verdiğim mesleklerin eğitimleri arasında büyük uçurumlar var. Ama burada asıl önemli olan insan olmak. Karşılıklı yapılan mutlu bir alışveriş dünyanın dengesini kuruyor. Mutluluk bulaşıcıdır çünkü. Biri seni mutlu ederse sende bir başkasını mutlu etmek istersin.

BIKKIN PERSONELLER
Devlet dairelerinde bir işim olduğunda daima işlem yaptıracağım memurun karşısında gerilmişimdir. Hep bana mı rast geliyor bilmiyorum ama onlara nereye imza atılacağını, kaç vesikalık fotoğraf gerektiğini, işlem yapılan kağıdı daha sonra hangi birime götüreceğimi sormaktan çekinirdim. Çünkü karşımda mesaisi boyunca sürekli aynı sorulara maruz kalan bıkkın ve asabi memurlar vardır. Malumunuz, bürokrasi işlemlerimiz oldukça karışık olduğundan bazen anlayamadığım bir şey de olabiliyor. Bu gibi durumlarda azar işitmemek için pısık bir ses tonuyla karşımdakinin neler yapmam gerektiğini bir kerecik daha tekrar etmesini rica ederim. O anda dışarıdan kendime baksam kendimi tanıyamayacağımdan eminim. Yine de onlara hak vermeden edemiyordum. Birileri gelip bana da gün boyunca ayı soruları sorsa herhalde ben de cinnet geçiririm diye düşünüyordum. Ama zamanla olaya bu açıdan bakamamaya ve o memurlara hak verememeye başladım. Eğer ben aynı işi yapıyor olsaydım ve gün içinde birbirinin aynı olan sorulara maruz kalsaydım hizmet ettiğim insanlara asabi tavırlar sergilemezdim. Çünkü o sorulara cevap vermek de benim işimin bir parçası diye düşünürdüm. Şimdi karşıma aynı tarzda hayatından bezmiş biri çıktığında eskiden olduğu gibi sinmek yerine “Sevmiyorsanız bu işi yapmayın ama bana bu şekilde davranmaya hakkınız yok” diyorum. Maalesef pek bir anlam veremiyorlar bu sözlerime ve donup kalıyorlar. Umarım zamanla kafasına dank edenler oluyordur. Bir kişi bile sayemde hayattan zevk alsa kardır diye düşünüyorum.

KAÇINILMAZ OLANDAN ZEVK ALMAYA BAK:)
Özellikle şu sıralar iş sahibi olmak para kazanmak çok çok zor. Ortada pek bir seçenek de yok. O yüzden lütfen bu fikirlerim şımarıklık olarak algılanmasın. Güç bela bulduğu işte çaresizlikten çalışmak zorunda olanlar da işlerinden zevk almaya bakabilirler. Düşünsenize her gün lanet ederek iş başı yapmak, muhatap olduğu herkesle gerilim yaşamak… En başta kişinin kendisine yazık değil mi? Hayat o kadar kısa ki, günler su gibi akıp geçerken neden ortalama sekiz saatini kendini harap ederek geçiresin?

BAKKALIMI SEVİYORUM!
Birkaç yıl önce taşındığım şimdiki mahallemdeki bakkal bana çok şey öğretti. Bir insan sabahın yedisinde, gecenin on ikisinde, krizden önce, krizden sonra hep aynı pozitif enerjiyi nasıl barındırabilir içinde? İtiraf ediyorum; bazen canım sıkkınken bir şeyler almak için ona uğradığımda, mutluluğu sinirlerime dokunuyordu. Kimilerinin onu mahallenin delisi olarak addettiğine şahit oldum. Sonunda anladım ki asıl deli olan bizleriz. İşini gerçekten severek yapan bir mahalle bakkalını anlayamamışız hiçbirimiz. Demek ki hiçbirimiz işimizi severek yapmamışız. Onun bakkalı terapi gibi geliyor bana. Mutluluğu, enerjisi bana da bulaşıyor. Bende mutluğumu bir başkasına bulaştırıyorum. O bir başkası da başkasına… Çünkü mutluluk da tıpkı esnemek gibi bulaşıcı.


P.S: Para kazanmak için sevdiğiniz işi seçin. Seçme şansınız yoksa işinizi sevmeye çalışın.

14 Ağustos 2009 Cuma

CANIM HASTALIĞIM


SİZİ ÇOK KOMİK BİR HASTALIKLA TANIŞTIRMAK İSTİYORUM:
Yıllarca kendinize özgü olduğunu düşündüğünüz artık sizinle bütünleşmiş karakter özelliklerinizin aslında bir hastalıktan kaynaklandığını duysaydınız şaşırır mıydınız?
Nilüfer KARACİĞAN ŞAŞMAZ


Ben çok şaşırdım. Şimdi de sizi şaşırtmak istiyorum. Şöyle ki; kendimi bildim bileli daima belli dönemlerde bazı yiyeceklere kafayı takar ve bıkmadan usanmadan onu yerim. “Nilüfer’in yeni takıntısı” diye takılır yakınlarım. Mesela bir ara tantuniye sarmıştım. Sabah, öğlen, akşam sadece tantuni yiyordum. Öyle ki sürekli sokaklarda yememe gönlü razı olmayan annem, evde tantuni yapmayı öğrenmişti.

Gerçek bir balık hafıza olmam en belirgin özelliklerimdendir. Çayı çaysız demlemeye çalışmalar, tüm isimleri birbirine karıştırmalar dolayısıyla isimlerini karıştırdığım insanların hayat hikayelerini de birbirine karıştırmalar ya da yüzmeye giderken mayo unutmalar… Sonra bir başka özelliğim de aşırı derecede üşümemdir. Ellerim yaz kış, eldivenli eldivensiz fark etmez çelik gibidir. Kansızlık gibi bir problemim de hiç olmadı üstelik. Herkes alışkındır ve bilirler ki Nilüfer’in elleri her zaman soğuktur.

Sonracıma girdiğim her ortamın baykuşuyumdur ben. Sabah kaçta kalkarsam kalkayım gece bir türlü uyumak bilmem. Uykucu yakınlarımın kabusu olmuşumudur sırf bu yüzden. Çünkü isterim ki onlarda bana uyumadığım süre boyunca eşlik etsinler. Oysa benden başka herkeslerin canı gece olunca yatıp uyumak ister. Yalnız en iyisinden en kötüsüne, yattığım bütün yataklardan dayak yemiş gibi kalkarım. Hatta bir ara ciddi ciddi şu cin hikayelerini kurgulamaya başlamıştım. Herhalde ben uykuya daldıktan sonra görünmeyen bu varlıklar beni sabaha kadar pataklayıp gün doğunca ortadan kayboluyorlardı. Aaa, bir de çok acayip diş gıcırdatırım. Dişlerimi korumak için gece yatarken kullandığım splint’i parçalamışlığım vardır.
Çalışma saatleri içinde değil ama mesaiye kaldığım zamanlar benim için tam bir ızdıraptı. İşten kaytarmak için ya da mesaiye kaldığım için hastalanmış numarası yaptığımı düşünen üstlerim muhakkak olmuştur. Oysa dışardan öyle düşünülmese de, benim pilim mesai saati dolduğu an biter ve ben gerçekten bitap düşerim.

Elim sürekli omuzlarımdadır. Sıkma, ovma pozisyonundayımdır. Kazara omzuma dokunanı hayatta affetmem hemen masaj isterim. Herkes şımarıklık yaptığımı sanır, oysa anlık bir rahatlama için dünyaları veririm. Bazen anneannemin, annemin, babamın enerji dolu hayatlarına bakar ve şimdi bu kadar bitkinsem onların yaşında kim bilir ne halde olurum diye geçiririm içimden.

Neyse, efendim bir gün boynum kaskatı tutuldu benim. Doktora koştum derhal ve yıllardır korkudan ertelediğim MR filmini çektirdim. Ardından üç şirin boyun fıtığım olduğunu öğrendim. Bir fizyoterapiste muayeneye gitmeye karar verdim. Fizik tedavi uygulanacaktı. Doktorum bana boyun fıtığı olmamın yanında bir de fibromiyalji romatizma hastası olduğumu söyledi. Uçsuz bucaksız ağrılarımın diğer sebebi de buymuş meğer. Eve gidince adını bile zor telaffuz ettiğim yeni hastalığımı internetten araştırmaya karar verdim. Hastalık belirtilerini okurken kalbim duracaktı. Benim yıllarca kişilik özelliğim sandığım ve anlamlandıramadığım her şey bu romatizmanın belirtileriydi. Gülsem mi ağlasam mı bilemediğim çok acayip bir duyguydu o anda hissettiklerim. Bir taraftan anormal olmadığım için sevinirken diğer taraftan kendime acıma hissimi bastıramıyordum. Yıllarca konuyla ilgisi olmayan onlarca doktora verdiğim paralar, mütemadiyen yaptırdığım laboratuar testleri için döktüğüm kanlar ve en önemlisi bunlar için boş yere harcadığım zamanı düşününce gerçekten üzüldüm. Ne kadar şanslıyım ki tesadüf eseri Türkiye’de bu hastalığı bilen az sayıda doktordan birine denk gelmişim. Zararın neresinden dönersem kar diye düşünüyorum ve kimse fibromiyalji hastası olup da hiçbir şeyin farkında olmadan yaşasın istemiyorum. Neredeyse temas ettiğim herkesle paylaşıyorum bildiklerimi. İşin ilginç yani hastalığın belirtilerini duyan herkes kendinden bir şeyler buluyor. Gerçekten ilginç ve komik bir hastalık bu. Bazı kötü tanılarını taşımadığım için böyle düşünüyorum belki de. Yalnız şu bir gerçek; yanımda olan herkesin özellikle unutkanlıklarım sayesinde pek eğlenceli bir hayatları var. Belirtilerin neler olduğunu http://www.fibromiyalji.org/ ‘u tıklayarak öğrenebilirsiniz. Fakat burada yazanları okuyup kendi tanınızı kendiniz koyamazsınız. Mutlaka konunun uzmanı bir doktora başvurmalısınız.

P.S: Tekrar bana dönecek olursak; hastalığımla son derece barışığım. Sabah ağrılı ve tutuk kalksam bile akşama doğru daha enerjik olacağımı biliyorum. En büyük tedavilerinden biri olan spor hayatımda zaten vardı ve olmaya da devam etmesi için artık iyi bir sebebim olmasına tuhaf bir şekilde çok sevindim. Gece uyumak bilmiyorum diye artık kimse beni eleştirmiyor. Kimse masaj talebimi geri çevirmiyor. Şımardıkça şımarıyorum ben de. Çok mutluyum çoook:)

8 Ağustos 2009 Cumartesi

70-80'LİK ÇAPKINLAR


“40’ından sonra azanı teneşir paklar” diye bir söz vardır. Eskiden yaş 35, yolun yarısıydı. Dolayısıyla 40 yaşa hayli geçkin bir yaş gözüyle bakılıyordu. Teneşir paklama kısmı da her şartta kabul görüyordu.
Nilüfer KARACİĞAN ŞAŞMAZ


Oysa artık insan ömrü uzadı. 40 yaş da hayatın gerçek anlamda tadına varma yaşı oldu. “Hayat 40’ından sonra başlar” denmeye başlandı. Herkes bu fikre alıştı. Ardından geçtiğimiz yıllarda 50-60 yaş arası erkekler birlikte neredeyse bir ömürlerini paylaştıkları eşlerini gencecik kızlar için terk etmeye başladılar. Bu tipler de “Azgın teke” olarak addedildiler. Bunların ünlü ya da ünsüz pek çok örnekleriyle karşılaştık. Eleştirdik. Tartıştık. Hatta bir aralar günlerce basının ve medyanın gündeminde sadece bu konuyu ele aldık. İnsanoğlu zamanla her şeye alışıyor. Sonunda zor olsa da bunu da kabullendik…

Şimdiki yaş sınırımız 70-80.
Evet 70-80’li yaşlar. Yazması bile tuhaf geliyor. Üzgünüm ama bu bildiğimiz dede yaşı! Yani bu yaşta bir insanın genç biriyle izdivaç yaşadığını tezahür edebilmesi için epey geniş bir hayal gücüne sahip olması gerekiyor. Bu yaşlarda biriyle nerede ne zaman karşılaşsam daima şefkatle yaklaşırım. Yaşadığı hayatın yüzüne yansıyan çizgilerini saygıyla izlerim. Yaşlı olma duygusunun ne olursa olsun üzücü olduğunu düşündüğümden kimi zaman onların yanında genç olduğumdan dolayı utanç duyduğum bile olmuştur. Ve eğer bizzat şahit olmasaydım Halis Toprak gibi yaşını başını almış sübyancı zihniyetlerin varlığının sadece milyonda bir olduğunu düşünebilir ve meseleye fantastik bir bilim kurgu hikayesi gözüyle bakabilirdim.Ancak maalesef dedelerin ahir vakitlerinde kendilerini fena halde bozmaları konusunda artık fazlasıyla ayığım.

Su altında taciz
Üyesi olduğum tanınmış bilinmiş bir spor kompleksinde, sağlık problemim nedeniyle haftanın en az dört günü düzenli olarak yüzüyorum. Yüzerken transa geçtiğim için de etrafta neler olup bittiğiyle pek ilgilenmiyorum. Lakin bir gün bir şey fak ettim: Yan kulvarda aylardır görmeye alışık olduğum, ağzını burnunu kapatan koca deniz gözlükleriyle havuza giren amca su altında beni izliyor! Yemin ederim tüm iyi niyetimle ilk başta yanılıyorum diye düşündüm. Ancak suya dalıp aşağıda amcayla göz göze geldiğimde karşımdaki koca deniz gözlüklü şahsın hiç de iyi niyetli olmadığına emin oldum. Yani amca utanmasa bir şey kaçırmamak için havuzda şnorkel’le yüzecek. Hayır çok yaşlı olmasa bağırıp çağırıp kavga edeceğim ya da gidip şikayet edeceğim yönetime ama onu da yapamadım. Sadece ne yaptığının farkındayım dercesine dik dik baktım. Hala karşılaştığımızda aynı şekilde bakmaya devam ediyorum. O da koca deniz gözlükleriyle yüzmeye devam ediyor...

İlkini aratan ikinci taciz vakası
İlk şokumun ardından tam bu vakayı kabullenmişken, geçenlerde başıma bin beter bir havuz ve yaşlı amca vakası daha geldi. Bu seferki suyun altından bana cinsel organını gösterdi! Neredeyse bir avuç suda boğulmama sebep olan bu olay beni hayattan soğuttu. Suyun altında gördüğüm “şey” in üzerine yüzeye çıkıp yarım saat aralıksız yüzmeye devam ettim. Acaba farkında değil miydi? Kendisi gözlük kullanmadığı için, suyun altında birilerinin onun ne yaptığını görebileceğini düşünemedi mi? Kendisine ne yapmaya çalıştığını direkt sorsa mıydım? Çığlık atıp diğer havuz sakinlerinin başımıza doluşmasını sağlasa mıydım? Bunları düşünerek hızla yüzerken nefesimin tükendiğini fark ettim ve dinlenmek için havuzun kenarına tutundum. O sırada amca da havuzdan çıktı ve hemen karşımdaki duşa girdi. Gözümü diktim bakmaya başladım. Eğer o da bana bakarsa art niyetli olduğuna kanaat getirmeye karar verdim. Ne tekim kaçak gözlerle o da bana baktı. Duştan çıktı. Yemin ederim adamın yürümeye mecali yok. Peki bu nasıl bir zihniyettir? Ne geçti eline bana bir yerlerini gösterince? Ömrüne ömür mü kattı? Adamı şikayet etsem kepaze olacak, Allah muhafaza kalbi tutsa kendimi ömür boyu suçlu hissedeceğim.
Merak ediyorum, bu gibi zihniyetler acaba gençliklerinde nasıllardı? Hep böyleyseler belki bir derece affedilir olabilir. Hani “Can çıkar huy çıkmaz” hesabı. Aksi gibiyse, şöyle mi düşünüyorlar: “Ölüp gideceğim, hiç zamparalık yapmadım. Ne yapsam kar şimdiden sonra”. Bu daha dramatik diğerine göre ama yani yine kabul edilir değil. Bu yaşına kadar düzgün düzgün yaşamışsın. Neden öldükten sonra saygıyla anılmayı son dakika bilerek ve isteyerek reddediyorsun be adam! Hayır havuzda onca genç adam var delikanlı var. Onlar yapsa anlayacağım. Örnekleri çoktur en azından. Hakkını avucuna verip haddini bildirirsin hatta klüpten attırırsın olur biter. Bu 70-80’lik yaşlılara neler oluyor gerçekten anlayamıyorum. Elim kolum bağlı kaldı, işin içinden çıkamıyorum.

P.S: Belki de Halis Toprak’ın son izdivacı yaşıtlarını yüreklendirmiştir. Onların saklandıkları deliklerden çıkmalarına sebep olmuştur. Kim bilir, belki de benim başıma gelenler yeni başlayacak bir trendin sadece bir başlangıcıdır!

6 Ağustos 2009 Perşembe

BEN ÇOK ORJİNALİM DİYENLER BURAYA


Sevdiklerine hediye alırken farklı seçimler yapmak istiyorsan,
Evini orijinal tasarımlarla donatmak istiyorsan,
Her şeyden önce; ben çok orijinal bir tipim, daima sıra dışı olmak istiyorum diyorsaaan;
Tasarımcı Mine Atalar’ın kendi elleriyle hazırladığı ve “Minush” adını verdiği koleksiyonuna bir göz atmanı tavsiye ederim.
www.minush.net


P.S: Benim siparişlerim birkaç gün içinde elimde olacak. Sen de elini çabuk tut:)

5 Ağustos 2009 Çarşamba

ÇIKTI... "HER ŞEY DEĞİŞİR"


Coca-Cola’nın desteklediği ve geliri Coca-Cola Türkiye’nin Doğal Hayatı Koruma Vakfı ile birlikte yürüttüğü "Bafa'ya Su, Ege'ye Bereket" projesine aktarılacak olan “Her Şey Değişir” adlı single çıktı!
Pasaj Müzik tarafından hazırlanan projenin çok ilginç bir yanı var: Popüler müzik alanında Özcan Deniz, alternatif müzik alanında Pamela ve rap müzik alanında da Fuat bu proje için bir araya geldiler ve Türkiye’nin ilk en pozitif sözlü parçası olan “Her Şey Değişir”i birlikte seslendirdiler. Bu üç farklı sesi bir arada düşünemiyorum diyorsan, çabuk karar verme derim ben.


P.S: İşte o en pozitif sözler tam bu satırın altında:)

HER ŞEY DEĞİŞİR
hey, sesimi duyan var mı
dinle öyleyse
yepyeni bir gün başlıyor
belki farkına varmadın
kim bilir aklında ne vardı
korkma bir şeyi kaçırmadın

hayal değil mutlu olmak
kalbinden geçeni yaşamak
bir bakarsın her şey değişir
mutluluk artar paylaşınca
ona bir şans tanıyınca
her şey her şey değişir

hadi gel koşalım mutluluğa
hayatın tadını sen de yaşa

keyfin büyür paylaşınca
el ele tüm engelleri aşınca
paylaş imkansızı zorlayınca
nazikçe uyandır horlayınca
yaşadığın anın tadına var, durumu aş
anın tadını al ve sal bedeni o anda
masal sonu gibi ferahlatan anlam
çalacak kapıyı kanka

hep parlasın güneş, hiç durmasın diyorum
çok şey mi istiyorum
mutluluk olsun hayatta
paylaşalım dostlarla
hayat ibaret şu andan
yaşayalım geç kalmadan

hayal değil mutlu olmak
kalbinden geçeni yaşamak
bir bakarsın her şey değişir
mutluluk artar paylaşınca
ona bir şans tanıyınca
her şey her şey değişir

kararı kalbin versin
mutluluğa varım dersen
yarın güneş yine yükselir
hayat mutluluğu herkese verir
buradayım bekliyorum
hepimize yeter biliyorum
yeter ki anla
mutluluk artar paylaşınca

hayal değil mutlu olmak
kalbinden geçeni yaşamak
bir bakarsın her şey değişir
mutluluk artar paylaşınca
ona bir şans tanıyınca
her şey her şey değişir

hadi gel koşalım mutluluğa
hayatın tadını sen de yaşa