12 Şubat 2010 Cuma

KEŞKE ŞUBAT 13 ÇEKSE!


Evet, bu bir Sevgililer Günü yazısıdır. Ve hayır, bu yazıyı okurken sevgilinize güzel jestler yapmak için feyiz alacağınız herhangi bir ibareye rastlamayacaksınız. Bu bir anti Sevgililer Günü yazısıdır. Sevgililer Günü’nden de, şubatın 14’ünden de hiç haz etmeyen birinin yazısı.

Sanılanın aksine bugüne özel kötü bir anım yok. Yani daha önce şubatın 14’ün de terk edilmedim, aldatıldığımı o gün öğrenmedim ya da o sırada birlikte olduğum kişi tarafından kale alınmamış değilim. Bilinç altımın derinliklerinde travmatik bir durum yok anlayacağınız. Sadece bu günü gereksiz buluyorum hepsi bu.

HEVESLİ GÜNLER ÇABUK GEÇER

Vakti zamanında ilk heves ben de çok değer verdim bu güne. Çok kıymetini bilmişliğim vardır. Üzerinde günlerce düşünülmüş hediyeler, beklenmeyecek jestler yapmışlığım vardır. Hatta yaratıcı fikirlerime başvuran kız ve erkek arkadaşlarım bile olmuştur. Taş çatlasın 20 yaşıma kadar modum buydu. Gençlik işte!

HÜZÜN BÖCÜKLERİ

Bir Sevgililer Günü’nde yalnızdım. Benim gibi yalnız olan kız arkadaşımla sadece yemek yemek için dışarı çıktık. Cidden o günün anlam ve önemi hafızamdan silinmiş. Sokaklarda bir tuhaflık var ama üstünde durmuyorum. Herkes çift. Bir elde çiçek bir elde mutlaka poşet (hediye ebatına göre değişen muhtelif boyutlarda). Ben hala uyanmıyorum. Yemek yiyeceğimiz restorana gidiyoruz. Afiyetle kız kıza olmanın verdiği rahatlıkla biraz nezaketten uzak yiyoruz yemekleri. Ardından tatlı, ardından orta şekerli birer Türk kahvesi. Muhabbet nasıl koyu, e fallar da kapanıyor tabii. Sırayla birbirimizin fallarına bakıyoruz. Arkadaşım, benim fincana bakıp döktürürken ben de gayri ihtiyari şöyle bir etrafa bakıyorum. Herkes çift! Masalarda mumlar! Tüm gözler bizim üzerimizde! Özellikle kızların yüzünde hüzünlü bir ifade. Arkadaş geleceğimi yüzüme okurken ben kopmuşum olaydan. Birden sahneler flashback oluyor gözümün önünde. Film izler gibi izliyorum bizi. Sevgililer Günün’de iki kız. Yalnızlığın verdiği derin hüzünle kendilerini çatlayana kadar yemeğe vermişler. Yetmemiş birbirlerine hiç susmadan terapi yapmışlar. Yetmemiş teselli armağanı olarak fal bakmışlar. Dışarıdan o kadar ümitsiz görünüyorlar ki, sevgililerin gününde bir sevgiliye sahip olan hemcinsleri kutlamalarına ara verip onlara acımaktan kendilerini alamamışlar… Sahne karardı. Ben hesabı istedim. Sevenleri bu mutlu günlerinde daha fazla üzemezdim. O gün ant içtim. Bir sevgilim olduğunda nezaketten bile olsa asla kutlamalara katılmayacaktım.

2009.

Büyük konuşmuşum tabii. Ekonomiyi canlandıracak Sevgililer Günü etkinliklerinden biri yatırıldı masaya. Usanmadan ilk günkü heyecanıyla kutlamaları aksatmayan bir çift arkadaşım cazip bir otel kampanyası sundu bize. Sırf spa’sı yeter dedik dahil olduk kendilerine. Biz bir an önce detoks yapma derdindeyiz, yemek ve kutlama faslı hikaye. Odalara yerleştik. Sekizde yemek için bilmem ne balo salonunda olacağız. O da ne, salon kırmızı. Yerden tavana, duvardan kapıya… Bir an koşarak otelin hemen yanındaki kuru fasulyeciye atmak istiyorum kendimi. Açım ya, ölüyorum açlıktan. Arkadaşlara ayıp olacak bu seferde. Neyse masamızı buluyoruz. İki yüz kişinin olduğu salonda ve o karanlığa rağmen masayı bulmak zor olmuyor tabii. Dört kişilik tek masa bizimkisi… Masalarda mumlar, kalpli şekerler… Elimi kolumu nereye koyacağımı bilemiyorum. Sinirimiz bozuldu artık gülüyoruz. Diğer çift alışkın. Bizi sakinleştiriyorlar. Balık konseptli seçkin Sevgililer Günü mönümüz servis edilmeye başlıyor. Şarap kadehi içinde bilmem ne söğüş. Çatalı kadehin içine batırıp yiyorsun. En altta kalan lokmayı almak için iyice dikilip çatalı doksan derecelik bir açıyla saplaman lazım. Olduğu kadar sıradaki gelsin… Bu sefer biraz daha büyük bir şarap kadehi içinde bilmem ne balıklı ara sıcak geliyor. Yemeğin sonuna kadar tabakta gelecek bir şeyler konusunda hala iyi niyetimi koruyorum. Bu sırada Pazar ayinine gitmiş gibi hissediyorum kendimi. Ekmek ve şarap yiyorum durmadan. İnsanlar balo salonunun önünden geçerken şöyle bir içeri, bizlere göz atıp kikirdiyorlar. Sandalyede gittikçe küçülüyorum. 12 omurilikli bir yaratığa dönüşüyorum. Canlı müziğe ara veriliyor. Sevgililer Günü özel çekilişi yapılacakmış! Masadaki o kırmızı kalplı mumların arkasında çekiliş numaramız varmış meğer. İyi düşünülmüş bir konsept! Neee, üç çift mi kazanacak? Bildiğim bütün duaları okumaya başlıyorum. O sırada benimle aynı duyguları paylaşan sevgiliyle göz göze geliyorum. Ödül bize çıkmasa, çıkarsa da o gitse teslim almaya… Yaşasın! Kazanamıyoruz! Bu level’i de atlatıyoruz. Ekmeğin dördüncü somununu da şarabıma batırıp ağzıma attıktan sonra yavaş yavaş doyduğumu ve başımın döndüğünü hissediyorum. Ana yemeğin gördüğüm en büyük şarap kadehinin içinde gelmesi artık umurumda değil…

O gece uyumak için mücadele ederken ve hızla dönen tavanı durdurmaya çalışırken, “Keşke şubat ayı 13 gün çekseydi” diye geçiriyorum içimden.

P.S: Hevesli zihniyetlerin tadını kaçırmak istemem ama benim olayım budur:)