Bu bol insan psikolojisi içerikli girizgahımın sebebi, çocukluğuma inip, sınıf öğretmenliği konusuna değinecek olmamdan ileri gelmekte. Geçen hafta yeni eğitim öğretim yılı başladı biliyorsunuz. Okullar açılmadan bir gün önce, bende bir karın ağrısı bir iç sıkıntısı anlatamam. Sanki ben ders başı yapacağım. Huzursuzluğumu yansıttığım eşim bile artık “Yeter, sen mi gideceksin okula, rahat olsana” dedi sonunda. “Hayatım bu benim ilkokuldan kalma bir alışkanlığım sen bana bakma, kendimde düzeltemediğim en kötü alışkanlığım bu maalesef, dert etme yakında geçer” dedim. Tedavisini bilmesem de en azından sorunumun kaynağını biliyordum: ilkokul öğretmenim!
Beni okuldan, okumaktan, çalışmaktan soğutan insan; ilkokul öğretmenimdi. Bu bağlamda üniversite mezunu olmam bile aslında bir mucize. Zira kendisi şimdilerde “sınıf öğretmeni” olarak adlandırdığımız o minicik bedenlere okumayı yazmayı öğretecek niteliklere sahip değildi. Bu gerçeğin farkına birkaç yıl önce varmış olmam da ilginç bu arada. (Psikolojide bu durum nasıl değerlendirilir bilmiyorum ama ben de bu konuyla ilgili fena halde bir ayma süreci başladı.) Söz konusu hanımefendinin, annelerinin kucağından kendisine teslim edilen minicik bedenlere bir şeyler öğretmek dışında, aslında ne kadar kötü ve yanlış bir muamele yaptığının farkına varmaya başladım. Efendim öncelikle bu hoca hanım sınıftaki çocukları; varlıklılar ve varlıksızlar olmak üzere ikiye ayırırdı. Ama varlıksız çocuklar da, hanım efendiye belirli gün ve haftalarda iyi hediye alanlar ve almayanlar olmak üzere alt sınıflara ayrılırdı. Özellikle öğretmenler gününde kendilerine en güzel, en göz doldurucu hediyeyi almak için, ben de dahil olmak üzere, bütün sınıfın nasılda birbiriyle yarıştığını şimdilerde çok net hatırlıyorum! Öyle çiçek falan almak kesmezdi kendilerini…
Bir de hala anlam veremediğim ama altında kesin yine kendisine yarayan bir şeyler olduğuna emin olduğum ilişkileri vardı. Mesela dersin ortasında kızın tekini kucağına oturtur, onun saçlarını toplar, örer, yanağını, yüzünü severdi. Sen öbür taraftan bir taraflarını yırt, umurunda olmazdı. O önündeki aklına kestirdiği çocuğu sevmeye devam ederdi. Sebebi neyse ne, sevilmeyen diğer öğrencilerin, erkekler de dahil olmak üzere, bu duruma ne kadar üzüldüklerini, ne kadar içerlediklerini hatırlıyorum. Sınıf içinde bir rekabet bir rekabet sormayın. Aynı performansı bizi bir an önce okumayı sökmemiz için gösterse, sınıf olarak il sınırları içinde dereceye girerdik belki de! Bu hanım efendinin yaptığı da bir çeşit çocuk istismarı değildir de nedir sorarım size?
Şimdi bir bakalım; sınıf öğretmeni olmak için öncelikle, Eğitim Fakültelerinin Sınıf Öğretmenliği Programından mezun olmak gerekiyor. Tamam. Bunun dışında:
- Üst düzeyde genel yeteneğe,
Bu mudur tüm gereklilikler? Taptaze, saf beyinleri eğitip öğretecek kişilerin sahip olması gereken özellikler sadece bunlar mı olmalı yani?
Sınıf öğretmenlerini aşağıladığımı ya da küçümsediğimi düşünmenizi istemem ama kendisinin sınıf öğretmeni olduğunu söyleyen ve çocuk psikolojisinden hiçbir şekilde anlamadığı her halinden belli olan o kadar çok kişiyle karşılaştım ki, kendi deneyimlerimi de katarak maalesef, söz konusu öğretmen atama kriterlerini yeterli bulamıyorum. Haftada iki üç saat pedegoji dersi alarak sınıf öğretmeni olunmaz! Lise öğretmeni olunur, üniversite de ama sınıf öğretmeni olmak bu kadar kolay olmamalı yahu. Tekrar dile getiriyorum, mesleğini layıkıyla yapanlar üzerlerine alınmasın ancak yapılması gereken her şeyi yerine getirenler bir şekilde psikolojik testlerden geçirilmeliler bence. Çocuk psikolojisini çok çok iyi bilmeliler. Öğrencileri daha çok sevilmek ya da ilgi görmek için değil de daha çok parmak kaldırmak için birbirleriyle yarışmalılar. Bunları eksiksiz yerine getirebilecek zihniyetler sınıf öğretmeni olmalı. Hayata 1-0 yenik başladığını düşünmemeli çocuk ileri yaşlarda. Ve benim gibi daha o ilk okul yıllarını hatırladığında annesini, babasını hatırlar gibi sevgiyle anmalı o kendine a’yı, b’yi, c’yi ilk öğreteni…
P.S: Oh be, rahatladım yahu! Çocukluğuma indim ve içimdeki bu topak olmuş derdi birileriyle paylaştım. Bunca yıl içimde tutmuşum tamamen çözülmedi elbet. Eh Gülsen Başak, hayatta mısın bilmiyorum ama bilesin, öbür tarafta bile olsa elim yakanda olacak!