26 Ekim 2009 Pazartesi

GALATASARAY'INKİ ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK!


Dünyanın en önemli üç derbisinden biri olarak addedilen Fenerbahçe Galatasaray derbisini izledim bugün. Yeni doğmuş bir bebek gibi umutla izledim hem de. Bir Galatasaraylı olarak inanarak tüm iyi niyetimle. Lakin sadece bir tek taraftarın pozitif düşüncesinin hiçbir olumlu gelişmeye yaramadığını anladım... Her iki taraftarın da bulunduğu bir mekanda, eşit şartlar altında başlayan bir maç var ortada. Ancak ne yazık ki, çevremdeki tüm Galatasaraylılar ya yenilmekten ya da en iyi ihtimalle berabere kalmaktan söz ediyorlar. Kimseciklerin kazanmaktan bahsetmek aklına gelmiyor… Neymiş 1999 yılından bu yana Fenerbahçe kendi evinde Galatasaray’a yenilmemişmiş! Neymiş; Galatasaray isterse dünya şampiyonu olsaymış yine de Fenerbahçe’yi deplasmanda yenemezmiş!

Hani şu son yılların “Secret” diye adlandırdığımız meşhur olumlu düşünme sistemi var ya; bu bizim ülkede; aşk, iş, sağlık gibi pek çok yaşam alanında umulmadık bir şekilde yayıldı da bir futbol alanında yayılamadı nedense. Tez konusu olacak kadar saçma bir durum var ortada aslında. Psikologlar, psikiyatrlar farkında değil mi bu komik durumun Allah aşkına? Emin olun bugün ki 3-1’lik skorun sebebi tamamen düşünce gücüdür arkadaşlar. Galatasaray attığı golden sonra, yenileceğinden emin olduğu rakibi Fenerbahçe’yi ürkütmeyi, köşeye sıkıştırmayı başarmıştı. Çok rahat ardı ardına birkaç gol daha atıp maçı almayı başarabilirdi. (Çevremdeki Fenerli izleyicilerin huzursuzluklarına bizzat şahit oldum, biricik sevgilim de dahil buna...) Ama maalesef Galatasaraylı taraftarlar; oyuncular, teknik ekip galibiyetin imkansızlığına o kadar çok inanıyorlardı ve kendilerine galibiyeti o kadar çok yakıştıramıyorlardı ki, takım oyuncularından biri, anında yapmaması gereken bir hareket ifşa ederek kırmızı kart gördü ve takımının 10 kişi kalmasına sebep olarak işlerin zorlaşmasına sebebiyet verdi. Sonra zaten olmayan moraller iyice dibe düştü, Fenerlilerin anlık kaybettikleri güvenleri yeniden yerine geldi ve olanlar oldu.

Sonunda herkesin beklediği skor tabloda belirdi. Fenerbahçe Galatasaray’a karşı yıllardır süregelen alışılmış başarısını elde etti. Maç sonunda her iki taraftarın ağzından dökülen yorumlar ise yine aynıydı. Özellikle de Galatasaraylılarınkiler; “Yenilmek Galatasaray’ın kaderi”, “Nerede ne başarı alırsak alalım, Fenerbahçe’yi deplasmanda yenemiyoruz”… Biricik takımım ne kadar çalışmış, ne kadar başarılı pozisyonlar yakalamış olursa olsun, çevre faktörünün etkisiyle daha baştan yenilmeye odaklanmış bir şekilde başlıyor oynamaya. Netice itibariyle de, bu muhteşem negatif sinerjinin de etkisiyle maçın skoru beklenen malubiyetle sonuçlanıyor. Düşünün, bu sinerji öylesine kalıplaşmış ki, sınav sorusu olmuş. Tirajı komik bir KPSS sınav sorusunu aynen aktarıyorum:

Galatasaraylı futbolcuların Fenerbahçe maçından önce, daha önceki maçlarda aldıkları sonuçlar akıllarına gelmekte (6-0, 4-0, 3-2, 4-3) ve Galatasaraylı futbolcular “Ne yaparsak yapalım yine kazanamayacağız” diyerek daha az çalışmakta ve başarısız olmaktadırlar.
Bu durum öğrenme teorilerindeki hangi kavrama örnektir?
a) Habercilik
b) Kendini gerçekleştiren kehanet
c) Öğrenilmiş çaresizlik
d) Sistematik duyarsızlaştırma

P.S: Doğru cevap; C şıkkı! Bir sonraki derbi maçına kadar tüm Galatasaraylı oyuncuların saha içi antrenmanlarına ek olarak terapiye başlamalarını ve yılların kalıplaşmış “deplasmanda Fenerbahçe’ye yenilme” fobilerinden geç kalmadan kurtarılmalarını şiddetle arz ediyorum.

11 Ekim 2009 Pazar

MAVİ JEANS YÜZÜNDEN TV'DEN SOĞUDUM


Günlerdir ha bu gün ha yarın diye geçiştire geçiştire nihayet oturdum bilgisayarın başına. İçim şişecek diye erteledim durdum bu yazma işini. Zira çok kıl olduğum bir konuya değineceğim. Mavi Jeans’in “Burası İstanbul” temalı son reklam kampanyasından söz edeceğim.

AMAÇ GÜZEL TARZ YANLIŞ
Bu işin az buçuk eğitimini de almış eski bir reklamcı olarak reklamları takip etmekten hiçbir zaman vazgeçmedim. Zaman zaman tüylerimi diken diken eden çok başarılı işlerle karşılaşıyorum, kimi zaman da yine aynı şekilde diken diken tüylerimle irrite olmuş vaziyette kabus gibi kampanyalarla karşılaşıyorum. Ancak şimdiye kadar hiçbir reklam (Doğulu aksanıyla manasız bir şekilde defalarca Arrööv” diyen Arow terlik reklamları da dahil olmak üzere) beni bu derece hırpalamamıştı. Mavi aslında “Burası İstanbul”u güzel bir amaca hizmet etmek maksadıyla başlatmış: İstanbul’un 2010’da Avrupa Kültür Başkenti olmasını destekliyorlar kendileri. Ama yani, böyle destek olacaksanız hiç olmayın daha iyi.

VERİLEN MESAJLAR BİR FACİAYA SEBEBİYET VEREBİLİR
Bir kere, reklamı izleyenin farkına vardığı ilk şey; Türkiye’nin sadece İstanbul’dan ibaret olduğu. Marka’nın savunması ise; bunun, iyi bir amaca yönelik başlatılan kampanyalarının ve tasarladıkları tişört serisinin adı olduğu. İyi de doğudaki adam senin kampanyanı, serini, neyi desteklediğini nereden bilsin? İnsan kendini dışlanmış hissetmez mi? Ayrımcı ve bölücü bir reklam bu bence. Yıllardır İstanbul’da yaşayan, okumuş yazmış, reklam sektöründen anlayan, gazetecilik yapan bir Konya’lı olarak ben bile böyle hissettiysem başkalarının neler hissettiğini tahmin edemiyorum. Hele Türkçe lafların arasında bir anda aksanlı bir şekilde “Boy firend cins” diyen kız yok mu, beni benden alıyor… Neyyyse, reklamı izledikten sonra başka ne gibi mesajlar alıyoruz ona da değinelim.


  • İstanbul’da her şey mübah!

  • Büyüklere saygı hak getire: Bacak kadar çocuklar analarıyla babalarıyla çatır çatır konuşup ağızlarını kapatabiliyorlar.

  • Sohbet muhabbet diye bir şey kalmadı artık. Tek bir cümle yetiyor her bir şeye. “Burası İstanbul”, Ali Baba ve 40 Haramilerin anahtar sözcüğü gibi.

  • Hangi yaşta olduğu fark etmez, kızların hepsi hafif meşrep.

  • Evlilik müessesesi derinden sarsılmış. Kocalar kukla gibi evde oturuyor, karıları kıçları başları açık sokaklarda…

Verdiği mesajlarla, replikleriyle, sloganıyla her şeyi ama her şeyi yanlış bir reklam olmuş maalesef. Televizyon izlerken zırt diye karşımda görmekten nefret ettiğim bu saçmalıktan kurtulmak istiyorum artık. Sabırsızlıkla ve de hasretle bu kampanya döneminin sona ereceği günü bekliyorum.

ALIN SİZE ALKIŞLANACAK BİR REKLAM
Biliyorsunuz, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (TAPDK) alkollü içki reklamına yönelik yaptığı yeni düzenleme gereği rakı üreticilerinin reklamlarında rakının vazgeçilmezleri olan balık ve beyaz peynir gibi “iştah açıcı” ürünleri kullanmaları yasaklanmıştı. Rakı da bira gibi değil ki namussuz, tek başına içilmez, illa ki kendine eşlik edecek bir şeyler ister. Sap gibi masada bir rakı görseli kullanmak tüketiciye, “Bu akşam bir rakı içeyim bari” dedirtmez. Yeni Rakı’nın üreticisi Mey İçki, bu içinden çıkılmaz gibi görünen yasakla çok tatlı bir şekilde baş etmeyi becerdi. Rakı bardağının yanındaki boş tabağa iliştirdikleri mini bilmecelere bayıldım mesela. (Balık için; denizde yaşayan solungaçlı canlı, beyaz peynir için; süt ürünlerinden en katı ve beyaz olanı, kavun için de; güzel kokulu, sulu, turuncu meyve. gibi tanımlar yapıldı.) Geçenlerde gazetelerin arka sayfasında tam sayfa bir Yeni Rakı reklamı vardı ki bu bence şimdiye kadarkilerin en yaratıcı, en matrak en bomba olanıydı. Şimdi bu reklamı daha önce görenler tekrar anımsasın, görmeyenler de bir zahmet hayal etsin: Unkapanı Köprüsü üzerinde balık tutan abiler , sadece oltalarının yarısı görünüyor ama, balık avı mevsiminin başlamasından mütevellit, sol alt köşede; “Sezonu açtık! Akınlar başladı. En taze en keyifli muhabbetlerle buluşmanın mevsimi geldi. Muhabbetiniz bol olsun.” yazıyor. Sağ alt köşede ise bir Yeni Rakı şişesi; üzerinde balık şeklinde istiflenmiş harflerle yazılmış bir slogan: “Sofralara akın akın!”…
Emeği geçenleri tebrik ederim. Bir yasak bu kadar tatlı ti’ye alınamaz, bir basılı reklam bu kadar güzel ifade edilemezdi.

P.S: Hayatın her alanında; yaratıcı, taklitsiz, içimizi kıpır kıpır edecek daha pek çok işlerle karşılaşmamız dileğiyle…